16 Eylül 2017 Cumartesi

İspanya, İngiltere, İspanya, Almanya... Xabi Alonso




                                                                       Xabi Alonso


Gözlerim sahaların şık, karizmatik ve düzgün futbolcularından birini arıyor ve ben gün geçtikte futboldan soğuyorum, işte bu nedenle yazmayı es geçtiğim ama aylar önce futbola veda edeceğini açıklamasıyla beni üzen Xabi Alonso'yu yazmak istiyorum.

Başlık ne söylüyor diye düşünüyorsanız hemen belirteyim; Xabi Alonso'nun sırasıyla bu zamana kadar hangi ülkelerde oynadığını anlatıyor. Onunla ilgili yazmaya başlamadan önce şunu da unutmayalım neredeyse her sene transfer döneminde en az bir gazete onu Fenerbahçe'nin transfer edeceğini yazdı. Ama onun yolu buralara hiç düşmedi ve Alonso son maçına yaklaşık 4 ay önce çıktı. Bayern Münih'e gelene kadar oynadığı her takım ve ülkede 5' er yıl kalan futbolcu bu sefer Almanya'da 3 sene kaldı ve futbolu bırakmaya karar verdi. Bizeyse belki de sahalardaki en zarif futbolcuya veda etmek düştü.

Başta da yazdım gözlerim çok arıyor bazı sporcuları onlar sporu bıraktıktan sonra da hep eski performanslarını izliyorum. Xabi Alonso'da o isimlerden biri. 2005 Şampiyonlar Ligi finalinde kendi penaltısını tamamladığı an muhteşemdi, bunu yapabilen çok az isim var ve ben ne zaman bir şeylere yenik düşsem açıp izlediğim pozisyonlardan biridir. Yine öyle oldu geçen hafta çok istediğim bir şey yine olmadı ve ben yine çareyi sporda buldum. Sonrasında da Xabi Alonso üzerine neden yazmadım diyerek bu yazıyı yazmak istedim.

Xabi Alonso  25 Kasım 1981 yılında İspanya'da dünyaya geldi. 18 yaşında Real Sociedad'ta başladığı futbol kariyerine 18 yılın sonunda veda etti. 18 seneye bir Dünya Kupası, iki Avrupa Şampiyonası, iki Şampiyonlar Ligi, bir Avrupa Süper Kupası, üç lig ve yedi yerel kupa şampiyonluğu sığdırdı.

O golcü oyunculardan çok oyun kuruculardandı ama bir golü var ki Xabi Alonso denilince futbol izleyen herkesin aklıma muhakkak o gelir. Hangisi mi dediniz yoksa 2005 yılına İstanbul'daki Milan-Liverpool maçına mı gittiniz? Finaller genel olarak heyecan vericidir ama o final tarihin iyi finallerinden biriydi, belki de en iyisiydi. İlk yarı bittiğinde Milan skoru 3-0'a getirmişti ve birçok kişi bu maç dönmez dedi ama Liverpool'a 6 dakika yetmişti ki son gölü de Xabi Alonso atmıştı. Penaltı kararı çıktı Alonso, penaltıyı gole çevirmek için geldi ama kaçırdı ve kaçırdıktan sonra topu inanılmaz bir şekilde takip ederek kendi penaltısını gole çevirmeyi başardı. Muhteşem bir andı, bu refleksi yapabilecek çok az futbolcu var ve o bunu yapabilmişti. Son derece klas bir şekilde.






Xabi Alonso kendi hakkında ve futbolu hakkında konuşmayı çok sevmiyor aslında, hep bir mütevazi tarafı var ama sorulduğunda; "Beni risk alırken göremezsiniz" diyor sadece ve hayatında da risk almayanlardan 10 yıl sonrasını düşünüp yatırımlarını ona göre yapanlardan.

Bir de şöyle bir futbolcu hayal edin; kendi oğlu 6 yaşına kadar babasının ne iş yaptığını bilmesin. Hayal edebildiniz mi bilemiyorum ama gerçeği var ve o kişi Xabi Alonso. Oğlu Jon 6 yaşına gelene kadar babasının tam mesleğinin ne olduğunu bilmemiş. İnsanların sokakta babasından imza istemelerine şaşırmış. Bir gün babasına Cristiano Ronaldo'yu tanıyor musun diye sormuş ve o dönem Real Madrid'te beraber oynadıkları zamana denk gelmiş. Alonso'da istersen seni tanıştırabilirim kendisi iş arkadaşım diye cevap vermiş ve Jon babasının ne iş yaptığını asıl o zaman öğrenmiş.


 Xabi Alonso karizması diye bir şey var ve insan yeniden göreceği günü bekliyor. Sahaların en zarif adamı artık yok, bize de onu özlemek kalıyor. Onun hep dediği gibi "orta sahayı kazanırsan, oyunu da kazanırsın."


3 Şubat 2015 Salı

Geri dönmesi beklenecek adam: Steven Gerrard





Steven Gerrard Liverpool'dan ayrılacağını açıklayınca her sporsever bir şeyler söylemek veya yazmak isteği duydu çünkü, bu ayrılış diğerlerinden çok farklıydı. Gerrard 1987 yılında altyapıdan başlayarak kaptanlığa kadar yükseldiği 27 yıllık takımından ayrılmaya karar veriyordu. "Steven Gerrard Liverpool'dan ayrılıyorsa herkes herkesten ayrılabilir" diyeni de çıktı; "Bir daha böyle kaptan zor gelir" diyeni de. Benim içinse onun yeri daha farklı, Gerrard benim doğduğum yıl futbola başlamaya karar verip ben 11 yaşındayken profesyonel anlamda futbol kariyerine başlamış bir isim ve her şeyden öte bana futbolu sevdiren adam. İşte o nedenle benim de bu ayrılığın üzerine yazmam gerekiyordu. Ben Steven Gerrard'la futbolu anlamaya başlamış ve sevmiştim. Tuhaftır ki Türkiye'de futbolun kötü yönetilmesi nedeniyle artık taraftarlığımı askıya aldım ve futbol izleyesim de gelmiyordu. Gerrard da tam bu dönemde 27 yıldır oynadığı takımından ayrılacağını söylüyordu. Yani futbol bir kez daha "Futbol sadece futbol değildir." dedirten bir olaya tanıklık etmemizi sağlıyordu.


30 Mayıs 1980 tarihinde dünyaya gelen İngiliz futbolcu 7 yaşındayken Liverpool altyapısında futbol kariyerine başlar. Bir yıl sonra futbol kariyerini başlamadan bitirecek bir olay yaşamış, ayağına orak saplanmıştır ve parmağının kesilmesi tehlikesiyle baş başa kalmıştır. Babası çareyi Liverpool'un doktorlarını devreye sokarak bulmuş ve Gerrard'ın ayağı kısa sürede iyileşmiştir. İngiliz futbolcu birlikte altyapıya yazıldığı kuzenini ise 1989 yılında yaşanan Hillsborough faciasında kaybetmiştir. (Hillsborough faciası) O nedenle Gerrard her zaman formasını kuzeni için de giydiğini belirtir. 29 Kasım 1998 yılında Liverpool'un 2-0 kazandığı Blackburn Rovers maçına çıkmasıyla profesyonel futbol hayatına adım atmıştır.

Steven Gerrard Liverpool'da profesyonel olarak oynadığı 17 yıl boyunca 6 kere Premier Ligin en değerli futbolcusu seçildi. Liverpool'un 2000-2001 sezonunda UEFA Kupasında şampiyon olmasıyla beraber kaptan da hem finalin hem de turnuvanın en değerli futbolcusu olmaya layık görüldü. Aslında 2001 yılı onun için özeldi çünkü; hem Uefa kupasını, hem lig şampiyonluğunu hem de FA kupasını kaldırdığı bir yıldı.

2005 yılı ise hem Liverpool için hem de Gerrard için unutulmaz bir yıl oldu. Şampiyonlar Ligi'nde gruplarda Liverpool'un Olympiakos ile oynadığı maçta İngiliz futbolcu attığı golle takımının gruptan çıkmasını sağlamıştır ve böylelikle kupaya kadar uzanan bir macerayı da başlatmıştır. İstanbul'da Milan ile oynadıkları finalde ilk yarı bittiğinde Liverpool 3-0 yenik durumdaydı ve 2. yarıda da durumun değişmeyeceğini düşünenenler fazlaydı. Kaptan tam da bu durumda sahneye çıktı dakika 54'te takımını uyandıracak ilk golü attı ve sadece 6 dakika içerisinde durum 3-3'e geldi. Maçın sonuna kadar değişmeyen 3-3'lük skor uzatmalarda da sürdü, Şampiyonlar liginin şampiyonu ise penaltılarla Liverpool oldu. Gerrard ise 8 gol atarak 2004-2005 sezonunun gol kralı olmuştur ayrıca en değerli futbolcu ödülüne de layık görülmüştür. Bunun yanısıra 2005 yılında Avrupa'nın en değerli futbolcusu seçilmiştir, yine aynı yıl BBC'ye göre de yılın en değerli 3. futbolcusudur.

2004-2005 sezonu Şampiyonlar Ligi şampiyonu Liverpool


Geçen yıl ise Liverpool uzun bir aradan sonra Premiere Lig şampiyonluğuna çok yaklaşmıştı. Tam da Hillsborough faciasının anıldığı günlerde 13 Nisan 2014 tarihinde Anfield'da Manchester City'yi 3-2 yenen Liverpool liderliğe yükselmişti. Norwich'i yenmeyi başaran Liverpool'un önündeki tek engel Chelsea'ydi. Bir pozisyonda ayağı kayan Steven Gerrard topu Demba Ba'ya kaptırarak takımının gol yemesine sebep olmuştur. Chelsea maçı 2-0 kazanmıştır, bu sonuçla da şampiyonluk Manchester City'nin olmuştu. Gerrard'ın ayağı kaymasaydı ne olurdu sorusu ise yine sonsuza kadar cevapsız kalacak.

Gerrard'ın takımdan ayrılacağı söylentileri dolaşırken o da sözleşmesi uzatılmazsa takımdan ayrılacağını belirtti. Eskisi gibi süre bulamadığı ve futbol oynamaya devem etmek istediği için Liverpool'un kendisine sunduğu sezon sonunda futbolu bırakıp, teknik ekibe katılması yönündeki teklifi geri çevirdi. Bu yılın başında ise MLS'ye giderek Los Angeles Galaxy'de oynayacağını kamuoyuna duyurdu.

11 yıl boyunca Liverpool'un kaptanlığını başarılı bir şekilde yerine getiren Gerrard birçok futbolcuya da "Nasıl kaptan olunmalı" dersi vermiştir ayrıca profesyonel olarak top oynadığı 17 yılda 5 kırmızı kart görmesi de bazı futbolcuların örnek alması gereken bir durum bence.  Liverpool formasıyla oynadığı maçlarda 176 gol attı. Avrupa kupalarında attığı 40 golle de takımının en golcü futbolcusu oldu. İngiltere Milli Takımı'nda da 98 maçta 19 gol atmış ve 1 kere de çift sarıdan olmak üzere kırmızı kart görmüştür. O kırmızı kartı ise Cüneyt Çakır çıkarmış ve Gerrard'a ilki yaşatmıştır.


Steven Gerrard 7 yaşındayken başladığı Liverpool yolculuğunu 34 yaşındayken bitirdi. Bu veda kısa süreli mi olur yoksa uzun süreli mi onu hep olduğu gibi yine zaman belirleyecek. Kim bilir, bu gidişin dönüşü olacak mı?








7 Ocak 2015 Çarşamba

Bazı Yollar Şampiyonluğa Gider



Lewis Hamilton



Gidilen her yolun mutlaka bir sonu vardır ve o sonlar bazen şampiyonluğa çıkar. Formula1'de sezonun son yarışı olan Abu Dhabi grand prixinde de Lewis Hamilton için durum aynen bu şekildeydi; başarılı bir şekilde geçtiği 55 turun ardından İngiliz Pilot artık kariyerinin 2. şampiyonluğunu elde etmişti.

Formula1'in ilk siyahi pilotu Hamilton ve aynı zamanda 2 kere şampiyon olarak adını tarihe yazdırmayı başaran bir isim. Abu Dhabi yarışı biteli 1 buçuk ay oldu ama ne kadar süre geçerse geçsin bu şampiyonluk unutulmayacak hele de yeni sezona 2 ay gibi bir süre kalmışken hem de şampiyonun bugün doğum günü olması nedeniyle tam da bugün yazılmalıydı bu yazı. Hamilton bugün 30. yaşını kutluyor.

Şampiyonun belli olacağı son yarışa gelindiğinde 334 puanla Lewis Hamilton lider durumdaydı takım arkadaşı Nico Rosberg ise 317 puanla 2. sırada yer alıyordu. Son yarışa pole pozisyonunu kazanan Rosberg 1.sırada başlayacaktı, Hamilton ise 2. sırada. Ayrıca son yarışta alınan puanlar 2 ile çarpılıp öyle eklenecekti yani Rosberg eğer finish çizgisine kadar ilk sırada kalmayı başarırsa şampiyondu.

Startla birlikte İngiliz pilot 1.sıraya çıkmayı başardı ve yarışın sonuna kadar hatasız bir şekilde arabasını start-finish çizgisine getirdi. Rosberg ise yarışın yarısına kadar Hamilton'u çok iyi takip etse de maalesef arabasında yaşadığı sorun-istediği zaman hızlanmasını engelleyen arıza- nedeniyle bir süre sonra yavaşlado ve arkasındaki pilotlar birbir onu geçti ve bu durum 14.sırada yarışı bitirmesine sebep oldu. Alman pilot için bu sonuç muhtemelen hayal kırıklığı oldu.

Sezon boyunca en çok konuşulan olay ise Belçika Grand Prixinde Rosberg'in Hamilton'a arkadan çarpmasıyla Hamilton'un yarış dışı kalmasıydı. Rosberg'in bilerek yaptığını iddia etse de Hamilton Alman pilot o yarışta 2. oldu ve 2,liği sonrasında tescillendi. Ama bu olay iki iyi arkadaşın arasının açılmasına da neden oldu.

Formula1 böyledir şampiyonluk yolunda bazen yapmamanız gerekenleri yaparsınız, bazen en yakın arkadaşınızla aranız açılır, bazen dünya size karşıdır ama eninde sonunda şampiyon olduğunuzda hepsi geride kalır. Lewis Hamilton sadece 2014 yılının şampiyonu değil o 2 defa F1'de şampiyonluk yaşayan tek siyahi pilot. Uzun yıllar sonra da hatırlayacağımız isimlerden. Bugün ise doğum günü. İyi ki doğdun Lewis Hamilton ve bize güzel yarışlar izlettin.




22 Kasım 2014 Cumartesi

Formula1'de Final Haftası



                                                                    


Sezon başladığında merak edilen birçok konu vardı, herşeyden önce Vettel'in 4 yıllık şampiyonluk serüveni bir şekilde sona erecek ve heyecanlı bir sezon izleyebilecek miydik? Ferrari'ye geri dönen Raikonnen nasıl bir performans sergileyecekti ve takım arkadaşı Alonso ile birlikte Ferrari'yi eski günlerine geri döndürebilecekler miydi? Red-Bull, Ferrari derken F1'in bir başka önemli takımı Mercedes'i de unutmamak gerekiyordu ki Lewis Hamilton ve Nico Rosberg gibi şampiyonluğun önemli 2 adayına sahipti. 


Sezonun daha ilk yarışı olan Avustralya'da Mercedes diğer arabalardan daha hızlıydı ki Mercedes F1'de ayrıca 3 takıma da motor sağlıyor. Lewis Hamilton yarış dışı kalsa da Nico Rosberg çizgiyi 1. sırada geçmeyi başardı ve en yakın takipçisine 26 saniye gibi ciddi bir fark atmayı başardı. . İlk yarışta Vettel'in de yarış dışı kalması sezonun nasıl geçeceğine dair ufak bir ipucu veriyordu aslında. 

Sezon boyunca Avustralya, Kanada, Belçika ve Macaristan haricinde Mercedes'in 2 pilotu hep ilk ikide yer aldı. Bu durum zevksiz bir sezon geçmiş gibi gösterse de aksine, Formula1'de uzun yıllar sonra aynı takımda yer alan 2 pilotun birbirleriyle yarışmasını izledik. İki pilot da çok istekliydi ve pistte yeteneklerini sonuna kadar sergiliyorlardı. Ayrıca 2 pilotun daha önce de GP2'de birbirleriyle yarıştıklarını da unutmamak gerekiyor. Rosberg 2005 yılında Hamilton ise 2006 yılında GP2'de şampiyonluk yaşamıştı. 

Birbirleriyle yarışarak son yarış olan Abu-Dabi'ye kadar geldi 2 pilot. Hamilton 334 puanla lider durumunda Rosberg ise 317 puanla 2. sırada bulunuyor. Açıkçası ben 2005 ve 2006 yıllarından sonra ilk defa birşampiyonluk için heyecanlanıyorum. Fernando Alonso'nu Renault'da yaşadığı o 2 şampiyonluk yaşayan efsane Michael Schumacher gerçek anlamda yarışıyorken alınmış şampiyonluklardır çünkü. Bı arada Michael Scumacher'ın da sağlığına bir an evvel kavuşmasını diliyorum. Neyse bu şampiyonluk için heyecanlanmamın nedeni de aynı takımda yer alan 2 pilottan birinin şampiyon olacak olması ki takım acaba birini seçecek mi diye de merak ediyorum. Ama son yarışa kadar Mercedes'in bir pilota daha yakın olduğunu hissetmediğimizi de düşünüyorum. 


Son yarışta çifte puan sistemi olduğunu da hatırlatalım yani puanlar 2 ile çarpılacak. Bakalım güzel geçen bir sezonu kim şampiyon olarak tamamlayacak; Rosberg mi, yoksa Hamilton mu?

                                                                                                            

12 Ağustos 2014 Salı

Hoşçakal Captain, My Captain!




Bazı sabahlar güzel başlasa da güzel devam etmez, çocukken izlediğiniz filmlerin başrol oyuncusu artık hayatta değildir yani bir anlamda kahramanınız gitmiştir. Peter Pan'i en iyi oynayan aktör Robin Williams artık hayatta değil. Peter Pan'i özellikle yazdım çünkü en sevdiğim karakterdir Peter Pan ve perisi Tinkerbell.

Ünlü aktör 1951 yılında dünyaya geldi. Siyaset Bilimi eğitimi almasına rağmen oyunculuğu tercih etti ve aslında iyi ki de etmiş dedirtiyor. İlk önemli rolü 1987 yılında oynadığı Good Morning Wietnam filmindeki Adrian Cronauer karakteridir. Filmde Vietnam Savaşı'na çağrılan ve orduya yayın yapmak zorunda bırakılan ünlü bir DJ'i canlandırır. Bu rolüyle Oscar'a da aday olmuştur.



1987 yılında oynadığı "Good Morning Vietnam" filminden   

1989 yılında oynadığı Ölü Ozanlar Derneği'nde ise birçok kişiye ilham veren bir karakteri John Keating'i canlandırmıştır. John Keating çok sıkı yönetime sahip olan bir erkek lisesine yeni gelen edebiyat öğretmenini canlandırmaktadır ve yine oscar adaylığı gelmiştir. 

Ölü Ozanlar Derneği "Hayatın Anlamı" sahnesi en unutulmaz sahnelerden biridir, zira filmde iz bırakmış çok sayıda sahne var. Linkten izleyebilirsiniz. 


Captain, My Captain repliği ise yıllar geçmesine rağmen kimsenin unutamadığı bir repliktir ve sahnedir, o sahnede tek bir kişinin birden fazla kişinin hayatına değebileceğini ve değiştirebileceğini bir kez daha anlarsınız. 


1989 Ölü Ozanlar Derneği filminden


1991 yılında ise Hook'ta Peter Pan  olarak çıkmıştır karşımıza benim için en özel kahramandır Peter Pan ve onu oynamak Robin Williams'a nasip olmuştur. 

Hook Filminde Peter Pan karakteri olarak karşımızda


1997 yılında oynadığı Good Will Hunting'de ki rolüyle ise en iyi yardımcı erkek kategorisinde Oscar'ı almayı başardı. Oynadığı karakter Sean Maguire'dir. Maguire bir terapisttir ve filmde Matt Damon tarafından canlandırılan Will Hunting'e yol göstermektedir. 

Good Will Hunting'te Matt Damon ile beraber

Oynadığı karakterlerin hepsini yazmaya çalışsam sayfalarca anlatmam gerekir, Robin Williams o derece çok filmde oynamış, çok fazla karaktere hayat vermiştir. Bir yıla 4-5 film birden sığdırmayı başarmıştır. Akla hemen gelen filmleri bunlar ama bunlartın yanı sıra "Müzede Bir Gece" serisinde oynadığı Theodore Roosevelt karakteri de unutulmazlardandır ya da Biyonik Adam'da sergilediği performansı kim unutabilir ki. Insomia'nın Walter Finch'ini, Jumanji'nin Alan Parrish'ini de unutmamak gerekir. 

Ölümünün ardından Beyaz Saray da aktör için bir mesaj yayınladı. Yayınlanan mesajda şöyle yazıyordu; "Robin Williams bir doktor, bir dahi, bir dadı, bir başkan, bir profesör bir Peter Pan kısaca her şeyden birazdı. Ama o kesinlikle türünün tek örneğiydi. Hayatımıza bir uzaylı olarak girdi ama sonunda insan ruhuna dokunmayı başardı. O bizi hem güldürdü, hem ağlattı".

Gerçekten de hem güldürdü hem ağlattı. Oynadığı karakterler o olmasa olmazdı, hepsini de başarıyla oynadı. Hayatını kaybeden ünlü aktöre "nereye gittin, daha oynayacağın çok karakter vardı" demek istiyor insan. Huzurla uyusun Robin Williams.

Son olarak sizin aklınıza ilk hangi filmi ve oynadığı karakter geliyor?






               



                                                                                                                                                                              

22 Temmuz 2014 Salı

# Sayfa Tasarımları 1 / Şahika Ercümen Röportajı




Şahika Ercümen dalış sporunda dünya rekortmenliğini elinde bulunduran bir isim ve yine rekor için antrenman yapıyor. Bir proje kapsamında arkadaşım Elzem Dinç kendisiyle röportaj yapmıştı ve ben de sayfaları tasarladım ki röportajı okuyunca bir kez daha çok özel bir isim olduğunu fark ettim. İlk göze çarpan Şahika Ercümen'in astım hastası olması ve bunun çocukken fark edilmesi. Eğer dalma sporuna nasıl başladığını ve rekorlarını merak ediyorsanız röportajı okumanızı tavsiye ediyorum.


1.




2.




3.




4.





5.

22 Haziran 2014 Pazar

Masha'nın teniste geldiği son nokta!


2001'den beri kadınlar finalinde 3. sete uzayan bir maçı göremiyorduk Roland Garros'ta ama dün Simano Halep ve Maria Sharapova arasında oynanan maç hem 3.sete uzadı hem de kadınlar finali olarak en uzun oynanan maçlardan biri oldu; 3 saat 2 dakika.,

Maçın galibi ve 2014 Roland Garros Kadınlar Şampiyonu ise Rus Maria Sharapova oldu. Maria Sharapova'nın performansından ve geldiği noktadan bahsetmeden önce Simona Halep hakkında yazmak gerekiyor.

Simona Halep şu an kadınlarda dünyanın 4 numaralı tenisçisi. Rumen raket 27 Mayıs 1991 senesinde dünyaya gelmiş. İdol olarak şu an aktif olarak tenisle uğraşmayan dünyanın eski bir numarası Justine Henin'i ve kariyerine koç olarak devam eden Romen Andrei Pavel'i gösteriyor. Halep 2010 senesinin Nisan ayında dünya sıralamasında 166. sıradaydı, arka arkaya önemli isimlerde mücadele etti, çok iyi maçlar çıkardı. 2003'ün başlarında Romanya'nın 2 numaralı tenisçisiydi, dünya sıramasında ise artık 47. sıradaydı.

2013 yılında sergilediği tenis daha farklıydı artık daha sakin oynuyor ve daha iyi savunma yapıyordu. Sezonun sonunda ise aldığı başarılı sonuçlar onu dünyanın en iyi 11. tenisçisi yaptı. 2014 senesinde Avustralya Açık'ta çeyrek finale kadar başarılı bir şekilde geldi ve kariyerinde ilk defa Grand Slam'de çeyrek finale yükselmiş oldu, ama sonrasında yarı finale çıkamadı. Katar Açık'ta finalde Angelique Kerber'i yenmeyi başardı ve kariyerinin ilk şampiyonluğunu yaşadı. BNP Açık'ta çeyrek finalde Casey Dellacqua'yı saf dışı bıraktı ve bu sonuç onu dünya sıralamasında 5. sıraya çıkardı.
Simona Halep şu an 19 Mayıs tarihinde açıklanan yeni listeye göre dünyanın 4 numaralı tenisçisi. Roland Garros'ta finale gelene kadar çok iyi performanslar sergiledi, sırasıyla aldığı sonuçlar şöyleydi;

İlk tur: Alisa Kleybanova (6-0/6-2)
İkinci tur: Heather Watson (6-2/6-4)
Üçüncü tur: Maria Teresa Torro Flor (6-3/6-0)
Dördüncü tur: Sloane Stephens (6-4/6-3)
Çeyrek final: Svetliana Kuznetsova (6-2/6-2)
Yarı final: Andrea Petkoviç (6-2/7-6)

Simona Halep hakkında genel bilgileri verdikten sonra asıl şampiyona Maria Sharapova'ya dönelim.
Spor karşılaşmalarını seviyorsanız illa ki tuttuğunuz bir taraf vardır ya da sizin için özel olan bir isim, Sharapova'da benim için öyle. 2012'den sonra 2. kez Roland Garros'ta şampiyonluk yaşadı hem de eskiden olsa koşamayacağı bir sürü topu çıkararak, inanılmaz bir mücadele ortaya koyarak ve bir kez daha benim için özel bir sporcu oldu. Sharapova için çok fazla şey söyleyebiliriz, oyun tekniğini, taktiğini, servis atarken bağırmasının rakibini olumsuz etkilediğini veya yine servis atarken yavaş davranmasını ters yönde eleştirebiliririz ama geldiği noktayı, toprak kortta bu şekilde mücadele eden bir sporcu haline gelmesi ile ilgili kötü eleştiri yapamayız.

Sharapova tenis haricinde de para kazanan bir sporcu hatta tenisten kazandığından daha fazlasını kazanıyor yani istese tenisi bırakabilir ama o bu işe para olarak bakmayanlardan yani içinde sonsuz bir tenis aşkı var bence. Sırtında ortaya çıkan sakatlıktan sonra bir yıldan fazla tenisi bırakıp sonra inanılmaz bir mücadeleyle geri dönüyorsa bir sporcu ve eskisinden çok daha iyiyse bu tamamen yaptığı işe duyduğu saygıdan da öte aşktandır. Kariyerine bakmadan ve şampiyonluk maçı hakkındaki detayları vermeden önce biraz hayatına dönelim.

Lakabı Masha olana Maria Sharapova 19 nisan 1987 yılında dünyaya gelmiştir. 8 yaşındayken Nick Bolettieri Tenis Akademisi'nde oynayabilmek için Amerika Birleşik Devletlerine göç etti ve babası ile birlikte çok çalıştı, zaten uzun yıllar koçluğunu da babası yaptı. 2003 yılında henüz 16 yaşındayken Avustralya Açık ve Roland Garros'a katıldı, eleme turlarını geçse de ilk turda elendi. Aynı yıl katıldığı DFS Classic'te ise dünya sıramasında ilk yirmi de yer alan Elelna Dementiava'yı yenerek yarı finale çıktı ve bu ona Wimbledon'a wildkartla katılma hakkını kazandırdı. İlk şampiyonluğunu ise 2013 senesi bitmeden Japonya açık tenis turnuvasında kazandı ve böylelikle yılın çıkış yapan sporcusu olarak seçildi.

Masha'nın benim dahil herkesin dikkatlerini üzerine çekmesi ise 2004 yılında oynadığı ve en prestijli turnuva olarak kabul edilen Wimbledon Açık'te sergilediği oyunla birlikte oldu. Yarı finale kadar çok emin adımlarla gelmişti yarı finaldeki rakibi ise eski bir numaralardan ki karşılaştıklarında da 5. sıradaydı Lindsay Davenport'tu. Favori tabii ki Davenport'tu ama aslında sporda favori daha doğrusu kesin diye bir şey yoktur ve bu maç da bize bir kez daha bunu gösterdi. Aslında biraz da yağmurun mucizsiydi diyebiliriz çünkü yağmur arası verilmeden önce Davenport ilk seti 6-2 almıştı ve 2. sette de servis kırma puanına yakındı ama yağmur arasına gidildi. Maç yeniden başladığında sanki en baştan oynamaya başlamıştı Sharapova tie-break e götürdüğü 2. seti 7-6 aldı ve son sette ise kendisinden beklenenden çok üstte bir oyun sergiledi ve seti 6-1 aldı bu sonuçla maçtan 2-1 galip ayrıldı ve Serena Williams'ın rakibi oldu. Davenport'u severdim aslında eski tenisçilerin hepsini izlemeyi seviyorum çünkü kadınlarda daha farklı bir stil hakimdi eskiden, o nedenle Davenport elendiğinde üzülmüştüm ama finalde agresif tavırları nedeniyle bir türlü ısınamadığım Serena'ya karşı "hadi sarı kız, kazan şu maçı" diyerek Masha'yı tutacaktım. Masha'da ondan bekleneni fazlasıyla verdi ve bence herkesi şaşırttı. İlk sette Serena'ya neredeyse oyun vermeyecekti ve set 6-1 ile bitti, 2. set biraz daha dengede gitse de Sharapova bu seti de 6-4 almayı başardı ve Wimbledon'ın şampiyonu oldu. Wimbledon kazanan ilk Rus raket oldu ayrıca 13. seri başı olarak gelmişti turnuvaya ve en düşük seri başı raket olarak da şampiyon olan isim oldu. 17 yaşından biraz büyük olduğu için en genç şampiyon olan 3 isimden biri ünvanının da sahibi oldu. Yani bir şampiyonluk ona üç tane farklı ünvan getirdi. Ayrıca aldığı bu sonuçla birlikte artık dünya sıramasında ilk 10 tenisçi arasına girmişti.
                                     Wimbledon finali sonrası Serena Williams ile birlikte


2005 senesine Avustralya Açık'ta yarı finale yükselerek iyi başladı fakat Serena Williams'a karşı ilk seti 6-2 aldıktan sonra 2. seti 7-5 kaybetti. Son sette maç puanı oynamasına rağmen Serena Williams buna izin vermedi ve seti 8-6 alan taraf Serena Williams'tı dolayısıyla maçı da kazanmış oldu.

Şubat ayında ise bir Tier I turnuvası olan Toray Pan Pasifik Açık'ın finalinde 1. numaralı seri başı olan Lindsay Davenport'u bir kez daha yenmeyi başardı  ve biraz daha zirveye yaklaştı. Roland Garros'a geldiğinde ise çeyrek finalde geçen sene olduğu gibi Justine Henin'a kaybetti. Çim sezonunda art arda 17 maç kazanarak Wimbledon'a geldi ve bir sene önceki şampiyonluğunu korumayı istiyordu. Yarı finale geldiğinde ise 2005 senesinin şampiyonu Venüs Williams'a 7-6 ve 6-1'lik setlerle yenildi.

Sharapova 2005 senesinin ağustos ayında sadece bir haftalığına dünya sıralamasının bir numarasına yükseldi. Bunu başaran ilk Rus kadın tenisçi oldu. Davenport'un sakatlığı nedeniyle bir numaraya yükselmişti fakat Lindsay Davenport geri dönüp maçlar kazanınca yine bir numaraya yükseldi.
Amerika Açık'ta ise yarı finalde Kim Clijters'a kaybetti ve Kim Clijsters o senenin şampiyonu oldu. Böylelikle Masha 2005 yılındaki bütün grandslamlerde şampiyonlara elenmiş oldu. Sezon bittiğinde ise dünya sıralamasında dördüncü sırada yer alıyordu.

2006 senesinde ise Amerika Açık'a kadar çok başarılı performanslar sergilemedi ama sezonun son grand slam turnuvası olan Amerika Açık'ta şampiyon olurken sadece yarı finalde Amelia Mauresmo'ya karşı bir set verdi. Ayrıca yarı finalde aldığı setleri 6-0 ile kazandı daha önce kadınlarda yarı finalde iki sette 6-0 ile bitmemişti bu nedenle bu sonuç ayrıca Amerika Açık'ın da tarihine geçmiş oldu. Yılın sonunda dünya sıralamasında 2. sırada yer alıyordu.


                                             Amerika Açık'ta şampiyon olduğu zaman
                                     

2007 yılı onun için diğer yıllara nazaran çok da başarılı geçmedi. Avustralya Açık'ta Finale çıktı ama finalde Serena Williams'a 6-1 ve 6-2'lik setlerle yenildi. Sonraki grand slamlerde de yarı finalden önce elendi. Mayıs Ayı'nda ise İstanbul Cup'ta oynamak için Türkiye'ye geldi. Finale kadar başarılı performanslar sergiledi, finalde ise Aravane Rezai'ye 6-2, 6-4'lük setlerle yenildi ve turnuvayı 2. olarak tamamladı.

2008'e ise kupayla başladı Masha, Avustralya Açık'ta set vermeden şampiyon oldu. Böylelikle 3. Grand Slam'ini de kazanmayı başardı. 2008 Sharapova'nın kariyerinin o zamana kadar ki en başarılı senesi oldu. Avustralya'dan sonra Katar Açık'ta da finalde Vera Zvonareva'yı 6-1, 2-6 ve 6-0'lık setlerle yenerek kupanın sahibi oldu. 2008 yılında uzun süre kimseye yenilmeyen Rus Raket'in yenilmezlik ünvanına Svetlana Kuznetsova Pasifik Life Açık'ta son verdi.  Roland Garros'a bu sefer dördüncü turda başka bir Rus Tenisçi Dinara Safina'ya yenilerek veda etti. Başarılı geçen bir sezondan sonra omzundan sakatlandığını açıklayan Masha bir süre tenise ara vereceğini açıkladı.


                                                2008 Avustralya Açık şampiyonluğu

Sakatlığı nedeniyle Amerika ve Avustralya Açık'a katılamayan Maria Sharapova 8 ay sonra kortlara geri döndü ve 2009 da sadece  Tokyo'da Toray Pan Pasifik'te finalde rakibi Jelena Jankovic'in sakatlığı nedeniyle çekilmesi sayesinde şampiyon oldu. Sakatlığından sonra kaldırdığı ilk kupa oldu.
2010'da kariyerinin 21. ve 22. kupasını kaldırdıktan sonra 2011'de toprak kort sezonunda Roma Masters'ta şampiyon olarak Roland Garros için favorilerden biri olarak gösterilmeye başlandı. Yarı finale kadar iyi gelse de turnuvada şampiyonluk yaşayacak olan Li Na'ya yenilerek elendi.
Wimbledon'da ise bu sefer finalde Petra Kvitova'ya 6-3, 6-4'lük setlerle yenilerek 2. oldu.
Masha 2012'de Avustralya Açık'ta 2.lik yaşadıktan sonra Roland Garros'ta favori olarak korta çıktı. Yarı finalde bu sefer Petra Kvitova'yı yenmeyi başardı ve finale çıktı. Bu maçın ardından da tekrar sıralamada 1. sıraya yükseldi. Finalde ise Kariyer Slami'ni tamamlamak için Sara Errani'yi yenmesi gerekiyordu ve bunu 6-3, 6-2'lik setlerle başardı. Yani Wimbledon, Amerika Açık, Avustralya Açık'tan sonra uzun süredir almayı istediği Roland Garros'u da kazanmış oldu.


                                          2012'de Roland Garros şampiyonluğu sonrası

Aynı yıl Londra Olimpiyatları'nda ülkesini temsil etti ve gümüş madalyanın sahibi oldu.

2013'te Avustralya Açık'ta yarı finale kadar başarılı bir şekilde geldi Rus Raket, Venüs Williams, Kirsten Flipkens ve Ekaterina Makarova ile arka arkaya  oynadığı maçlarda sadece 9 oyun kaybetti ve Monica Seles'in 1985 Avustralya Açık'tan beri kırılamayan rekorunu kırdı. Yarı finalde ise Li Na'ya elenerek finale kalamadı.

Roland Garros'ta geçen yıl olduğu gibi yine finale kadar gelmeyi başardı, Serena Williams ile karşılaşan Masha Serena'ya yenildi ve şampiyonluğu kaçırdı. Wimbledon'da 2. turda elenen Sharapova, omuzundaki sakatlığın nüksetmesi nedeniyle Amerika Açık'tan çekildi ve bir süre tenise ara verdi.

Sakatlığının ardından 2014'te Avustralya Açık'ta dördüncü tura kadar geldi ve çeyrek finale kalamadı. Omuz sakatlığı onu belki de çok etkiliyordu. Sezonun 2. grand slami olan Roland Garros'a geldiğinde ise dünya sıralamasında 7. sıradaydı. Eskisi gibi favori değildi ama Masha turnuvaların her zaman gizli favorilerindendir. Roland Garros'ta maçlarda sergilediği oyunla "toprak kortta çok iyi mücadele ediyor" dedirtti ama özellikle finalde sergilediği oyun Masha'nın ne derece iyi bir toprak kort oyuncusu haline geldiğini görmemizi sağladı. Sharapova 1.88 boyunda ve o boydaki bir kadın için toprak kortta koşmak biraz zordur ama o eskiden olsa çıkaramayacağı, koşmaya yeltenmeyeceği her topa koştu.

Finale çıkarken yarı finalde ilk seti kaybetmişti ama sonrasında çok farklı bir oyun ortaya koydu ve maçı kendi lehine çevirdi, finalde de ilk seti almayı başarmıştı, ikinci set ise tenis severleri tenise doyurdu diyebiliriz. İki rakette çok iyi oynadı birbirlerinin servisini 2 kere kırdılar ve set tie breake gitti. Tie Break'i Halep daha iyi oynadı ve setlerde durum 1-1'e geldi. Bu sayede Roland Garros'ta kadınlar finalinde 13 yıl sonra final seti belirleyecekti şampiyonu. Final seti ise Masha'nın çok daha iyi oynadığı bir set oldu. İlk iki sete göre daha çok koştu, rakibini daha çok hataya zorladı ve kendi servis oyunlarına tutundu. Sonuçta da seti 6-4 kazandı ve kariyerinde 2. defa Roland Garros şampiyonu oldu. Bu şampiyonlukla ayrıca bir grand slami 2. kere kazanan ilk Rus Raket oldu.

Bu sonuçla hem Simona Halep hem de Maria Sharapova dünya sıramasında yükseldiler. Masha 7. likten 5. liğe çıktı Halep ise 4. sıradan 3. sıraya yükseldi. Tenis severler açısından güzel bir maçtı kendi adıma söylemem gerekirse uzun bir aradan sonra kadınlar tenisi izlerken heyecanlandım ve sonunda dedim. Şimdi önümüzde Wimbledon var, en prestijli tenis turnuvası olarak gösteriliyor ve Masha için de ayrı bir önemi var. Güzel tenis izlemeyi umut ederek Wimbledon'a gün saymaya başlayalım.